ÇİNİCİLİK
KÜTAHYA ÇİNİCİLİĞİ















1-KÜTAHYA VE ÇİNİCİLİK:
Kütahya’ nın sembolü olan ve onu bütün dünyaya tanıtan çinicilik, önemli bir sanat kolu olmanın yanı sıra, Kütahya’ da aynı zamanda bir geçim kapısıdır. Geçmişi Friglere kadar uzanan seramik yapımı zaman içinde sürekli gelişme göstermiştir.
Kütahya' da seramik sanatı 14.yy. 'ın son yarısında kırmızı hamurlu malzeme ile başlamıştır. Motifleri ve renkleri o dönemin İznik çinileri ile benzerlik göstermektedir. Bu ilk örneklerde kobalt mavisi, manganez moru, firuze ve siyah renkler kullanılmıştır. Renkler İznik işlerine nazaran daha koyu tonlardadır ve bu özelliği ile Anadolu Selçuklu çinileri ile benzerlik gösterirler. Kırmızı hamurlu seramiklerden mavi-beyaz imalata geçiş Kütahya' da İznik ile aynı zamana ve 15. yy. ortalarına rastlar. Kırmızı hamur yerine beyaz, sert hamurlu porselene benzer mavi-beyaz seramiklerle yepyeni, şahane bir üslup başlar. Kütahya çiniciliğinin 16 ve 17.yy.' daki durumu, hakkında teferruatlı bir bilgimiz yoktur.
16.yy. 'ın son yarısında İznik çiniciliği canlı ve parlak renklerle gelişen en son ve en parlak devrine ulaşmıştır. 17 .yy .da Kütahya çiniciliği hakkında, kendisi de Kütahya' lı olan Evliya Çelebi bilgi vermektedir. Kütahya çinilerinden bahsederken; kase ve fincanı ve günagün (türlü türlü) maşraba ve güzeleri (çömlekleri) ve çanak ve tabakları bir diyara mahsus değildir (benzeri görülmemiştir). İznik 'te çini sanatının tamamen kaybolduğu 18.yy.da Kütahya atölyeleri İznik' in aradan çekilmesi ile hız kazanarak kuvvetli bir üslupla serbest fırça işi, çok sevimli modern anlayışlı yepyeni bir seramik sanatı geliştirmişlerdir.
Sert beyaz hamurlu, sır altı tekniğinde yapılan bu seramikler, fincan, sarf, kase, hokka ve matara kapaklı ibrik, kulplu ve kulpsuz kupa, gülabdan, kandil, sürahi, buhurdanlık, limonluk, süs topuzları ve tabaklar gibi küçük boy zarif seramikler, serbest ve hafif fırça süslemeleri ile klasik seramiklerden farklı mahalli bir sanat karakteri taşırlar. Bunlar damavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil, eflatun, lacivert renklerle küçük çiçekler, bitki motifleri, yapraklar, sarmaşıklar, damlalar ve madalyonlardan ibaret bir süsleme görülür bunun yanında kuş balık ve mahalli kıyafette insan figürleri kullanılmıştır. Ancak 18.yy. ikinci yarısında renkler ve motifler ve şekil bakımından Kütahya çinilerinin kalitesi bozulmuştur. Bu kötü gidiş uzun süre devam etmiştir. 1905' de Kütahya' da vali (mutassarruf) olan ve çini süslemeli kagir hükümet konağını yaptıran Giritli Fuat Paşa, daha sonra merkeze gönderdiği bir raporda şunları yazmıştır; "Kütahya' da üç asır evvel üç yüzü mütecaviz (aşkın) çini imalathanesi varmış. 1795 tarihinde imalathanelerin sayısı yüze inmiş. 1902 senelerine doğru Hafız Emin ve Hacı Minasyon Efendilerin imalathaneleri de kapanmıştır. II.Dünya Harbi esnasında ihtiyaç karşısında Kütahya çiniciliği bir defa daha canlanmış olup, bu gün de gelişimi sürdürmektedir. İznik çiniciliği ise tamamen ölmüştür. Ancak İznik' te kurulan Çinicilik Fakültesi sayesinde yeniden canlandırılmasına çalışılmaktadır.
Kütahya' da ise Endüstri Meslek Lisesi çinicilik bölümüne ilaveten bir "Seramik Yüksek Okulu" nun açılmış olması olumlu bir gelişmedir. Bu konuda Ressam Ahmet Yakuboğlu Bey' in ifadeleri adeta çiniciliğimizin fotoğrafını çekmektedir. "Çinicilik asıl milli ve manevi sanatımızdır. En garip devrinde dahi adeta milli bir dava gibi vazgeçilmemiş ve üzerinde sebatla, feragatla çalışılmış, Kütahya' nın bugün dünya çapında bir sembolü olmuştur. Bu işte ressamlardan, tezyinatçılardan bir ordu, zevkle ve hevesle kendini bu işe adamıştır. Güzel sayfalar, vitrinler, birbiri peşi sıra caddeli adeta ışıltılı bir cennet döndürmektedir. Hususi atölyelerde hem istidatlı gençler yetişmekte, hem de güzel zevkli, zengin renklerle çiniden, kıymetli eserler meydana getirilmektedir. Bunun yanında, yıllarca hasreti çekilmiş birde "Porselen Sanayi" doğmuştur. İçeriden dışarıdan Iüzümsuzluğu gösterilen menfi gayretlere rağmen, bu estetiğe yönelik iş kolu da olan özel teşebbüsün zaferi ile Kütahya' ya kazandırılmıştır. Esasen burada bir "Nakkaşlar Ordusu'' her daim temel unsur olarak bu işleri göğüslemeye amade bulunmuştur. Yeter ki onların huzurla çalışabileceği zemin hazırlansın... Önlerine düşen iş sahibiyle san'atkarının aralarındaki birbirine muhabbet saygının baharına samyeli dokunmasın.'' Bu görüşlere ve bu dileğe harfiyen katılmamak mümkün mü? Kütahya çinileri bugün dalga dalga tüm dünyaya yayılıyor.. İstanbul' un kapalı çarşısından Akdeniz sahillerinin hediyelik eşya satan dükkanlarına, oradan Nevşehir' e, Kapadokya' ya kadar her yerde yurdumuzu ziyarete gelen turistlere pırıl pırıl, gülen bir çehre ile gülümsüyor, "Hoşgeldiniz" diyor. Sonra turistin çantasında bizleri temsil etmeye devam etmek üzere yola çıkıyor. Bizim el emeğimiz, göz nurumuz, gururumuz, uğurumuz olarak...
Günümüzde yurdumuzun ihraç malları arasında yer alan, desen ve renk zenginliği kazanan çiniciliğimiz, bilhassa 1980' li yıllardan itibaren önemli bir gelişme göstermiştir. Günümüzde küçüklü büyüklü beş yüze yakın atölyede üretilen çiniler Türkiye ve dünyada bir çok evi süslemekte, yeni yapılan camii ve mescidler Kütahya çinileriyle güzelliğine güzellik katmaktadır. Çini sanatımızın gelişip yaygınlaşarak devam ettirilmesi, yerli yabancı birçok insanın takdirini kazanmaktadır.Bunlardan birinin N.Nur Avlupınar' ın görüşlerini aktarırsak söylemek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
"Asırlar boyu çeşitli devirlerin farklı zevk ve üslup uygulamalarıyla değişen... Türklerin İslamiyeti kabulü ile erişilmesi zor bir zirveye ulaşan çini sanatımız, devlet çapındaki gerileyiş ve duraklayışa paralel olarak iniş ve çıkışlar arz etse de, o günleri geride bırakmış ve akıp gelmişlerdir. Atalar yadigarı bu milli, tarihi malzemeyi şerefle yaşatan hatta bayraktarlık yapan Kütahya; taşıdığı yükün ağırlığını müdrik görünüyor. Bir "irfani gelenek" halinde sürüp gidecek olan Kütahya çinciliği, dileriz yeni nice usta sanatkara ilham verip, mektep olacak gayreti de gösterir. Hem gösterecektir de... Çünkü kaynağı aşk olan topraklar, daima bereketlidir; meyveleri de boldur." Kütahya çinciliği, geçmişiyle, bugünüyle başlı başına bir araştırma konusu olacak genişliktedir. Dileriz böyle bir çalışma yapılır.
2-EL İŞLEMECİLİĞİ:
Eskiden beri sürdürülen el işlemeciliği yöre kadınlarının hünerlerini, zevklerini yansıtır. Günümüzde Kütahya Müzesinde sergilenen peşkirler, uçkurlar, danaler (yemeni), çevreler, para, tütün ve saat keseleri, bunların özgün örnekleridir. Keseler pembe başta olmak üzere sarı, yeşil, al ve ak işlemelidir. Çevre, aba, arabiye, kaftan, kavuk gibi eşyalarda altın ve gümüş ipliklerle çeşitli motifler işlenmiştir. Bugün yok olma tehlikesi yaşayan sanatımızın bu bölümünün canlandırılması gereklidir.
3-OYA İŞLEMECİLİĞİ:
Çeşitli renklerde ipliklerin işlenilmesi ile meydana gelen oyalar harikulade bir renk ve biçim manzumesi oluştururlar. Kınalı eller, büyük bir zevk ve özençle adeta tabiatın bütün çiçeklerini toparlamışlar, oya haline getirip dane kenarlarına işlemiş ve çiçekten bir taç gibi özenle başlarına koymuşlardır.Cinslerine göre isim alırlar ki bu isimlerin her biri pek çok manalar ifade eder. Kütahya yöresinde kadınlarımız ve genç kızlarımız tarafından bilinen ve halen yaşatılan 300' ü aşkın oya çeşidi vardır ve bu sayı günden güne artmaya devam etmektedir . Kütahya' da düğünlerde, bayramlarda çeşitli törenlerde elbiseye uygun oyalı örtünmek yaygındır. Renk renk, çeşit çeşit oyalarla süslü büyükçe bir ''dane'' kolleksiyonu, her genç kızın çeyizinin ayrılmaz bir parçası olup, bunlar akvaryuma benzer camdan kutularda saklanırlar. Üç yüzden fazla çeşidi olan oyaların isimleri oldukça ilginçtir. Bunlardan birkaç örnek verelim: Şafak Yıldızı, Hanım Kirpiği, Yar Yara Küstü Yar Ardına Düştü, Al Atlas, Kiremit Sattıran, Mecnun Yuvası, Küçük Hanım, Meclis Kuruldu, Cimcik Oyası, Gülhatmi, Gümüş Gerdan, Süheyla Güzeli, Yahya Paşa, Çam Pülçeği gibi...
4-ELMAS İŞLEMECİLİĞİ:
Kütahya' da ziynet eşyalarına büyük önem verilir. Altın, pırlanta, gümüş yanında özellikle elmas takılar çok rağbet görür. Kütahya, Türkiye' de elmas işlemeciliğinin yapıldığı tek merkezdir.
İlimizde faaliyet gösteren Şapçılar Sarrafiye tabiatta bilinen en sert maddeye mükemmel bir şekil ve güzellik vermeye çalışan Türkiye 'de sahasında tek firma olma özelliği taşımaktadır. Elmas işlemeciliği başlı başına bir sanayi dalı olmuştur günümüzde. Şapçılar Sarrafiye elması mücevher yapma işiyle ilgileniyor. Elmas işlemeciliğinin kendi içinde bölümleri vardır. Bu alt bölümler şunlardır:
Mıhlama, Sedefkarlık, Minecilik El kalemi, Krapanyacılık, Ajurculuk, Foya çakmacılık, Cilacılık, Kumla eskitme, Kalibrecilik, Kalıpçılık. Şimdilerde bit pazarı olarak faaliyet gösteren Küçük bedesten, Osmanlı döneminde ağır elbise ve elmas işlemeciliğinin merkezi durumundaydı. Buradan İmparatorluğun her yerine dağıtım yapılırdı. Şu anda Kütahya' da bu işle yalnızca Şapçılar Sarrafiye meşgul olmaktadır. Bu ata sanatımızın korunması ve yaşatılması gerekmektedir.
SITKI OLÇAR
çini sanatçısı


röportaj
Sıtkı Usta`nın Ayasofya Sergisi
Geleneksel Türk el sanatlarımızdan çiniciliğin yaşayan en önemli ustalarından Sıtkı Olçar`ın 29 Mayıs`ta Ayasofya Müzesi`nde açılan sergisi 18 Haziran`a kadar görülebilir. Her sergisinde ayrı bir temayla karşımıza çıkan Olçar bu sergisi için Ayasofya mozaiklerini çiniye uyarlayarak pano ve kayık tabaklardan oluşan 16 adet eser hazırlamış ve kendi deyimiyle kubbedeki mozaikleri yere indirmiş.
Sıtkı Usta ile Kütahya çinileri ve Ayasofya sergisi üzerine konuştuk:
Geleneksel sanatlarımızın unutulduğu ancak yine de canlı tutulmaya çalışıldığı bir dönemdeyiz. Siz sadece Selçuklu ve Osmanlı desenlerini değil Bizans mozaiklerini de çiniye aktarıyorsunuz. Bizans mozaikleri ile ilgili çalışmalarınızdan bahsedebilir miyiz?
Orta Asya`dan gelen Türk çini sanatının Semerkant, Buhara, İsfahan ve tüm bu bölgedeki Türk sanatının ucuna gelen Kütahya`daki atölyelerde çalışmalar var. Bu atölyelerdeki çalışmalarda ben sadece Kütahya çinilerinini değil, Kütahya tekniğiyle Türk dünyasının bütün sanatlarını kucaklayıp yapmaya çalışyorum. Bunun için Çanakkale seramiklerini de çalıştım bir dönem. Bütün bunları yaparken müzelerden, eski dönem formlardan, Selçuklu`nun kuşlarından ve balıklarından, Konya Kubadabad Sarayı çinilerinden faydalandım. Tabi bunları yaparken de kendime göre uygulamalar yaparak ekol oluşturmaya çalıştım. Bu arada 1997-1998`de Artisan Sanat Galerisi`nin sahibi Ertan Mestçi mozaikleri kulağıma fısıldadı ve ilk sergimi de orada açtım. Bu mozaiklerin güzelliği de orijinallikleri, çünkü; her eserden bir parça yaptık. Ertan`dan sonra Ankara`da sergi açtık. 1998`de 12 gün süreyle Bologna Sanat Fuarı`na katıldık. New York`ta iki sergi açtık. Ankara`da Dış İşleri Bakanlığı`nın galerisininde de mozaik sergisi açtım. Burada Celal Ece diye bir iş adamı 5-10 parçamı aldı. Zamanla özel koleksiyoncularım bunları toplamaya başladılar ve biz de, bunu açıkça söyleyeyim, sadece para verene satmadık aynı zamanda sanat zevki ve bilgisi olanlara sattık. Para ikinci planda oldu.
Jale Dedeoğlu Hanım`la görüştüm ve Ayasofya`da 29 Mayıs`ta İstanbul`un fethi dolayısıyla bu sergiyi gerçekleştirdik. Bire bir değildir yalnız bunlar. Orijinal mozaiklerin değiştirilerek panolar ve kaseler üzerine çalışılmasıdır. Tabi burada beni mutlu eden, yardımcı olan sanatseverlerin olması. Davetiyemin basımını Pelit Pastanesi ve Antalya`da Orkun Ozan Sanat Galerisi`nden Himmet Öcal tasarımını yaptı. Slaytlarını fotoğrafçı Dursun Atalay çekti. Katalog basımını da Celal Ece ile Orkun Ozan Sanat Galerisi yaptılar. Bana daha önceden de destek çıkan Çiğdem Simavi imdadıma yetişti, O da bütün davet işleriyle ilgilendi. Bana en büyük manevi desteği veren Prof. Dr. Ara Altun Bey, kataloğun önsözünü yazdı. Serpil Gogen mozaiklerin 22,5- 24 ayar altın varak çalışmalarını yaptı. Ben buna sanatın doğuşu diye isim taktım yani, sanatseverlerin sanata doğuşu oldu. Lebriz`in şu an burada olması da benim için sanatseverlerin sanata doğuşunun bir parçası.
Bu olayda herkes yardım ve hizmet ediyor. Ben bundan gocunmuyorum, memnun oluyorum, seviniyorum. Bir insanın maddi gücü her şeye yetişmeyebiliyor ama insanların zaman ayırması, programlarını bırakıp sergiye yönelmesi beni mutlu ediyor.
Kütahya ve Türkiye`de arkeolojik miras çok fazla bunlara objektif gözle bakabilmeli. Ben bu gözle bakıyorum. Anadolu topraklarında var olan mozaiklerimiz bunlar. Ben bunlardan esinlenip gün yüzüne çıkarmaya çalışıyorum. Bugün yaptığımız olay Ayasofya`nın kubbesinde erişilmez olan, yüksekte duran mozaikleri insanların görebilmesi için yere indirmek.
Ayasofya Müzesi Müdürü Jale Dedeoğlu`ndan aldığınız teklif üzerine başladığınız çalışma 16 eserle sonuçlandı. Biraz bu süreçten söz edebilir miyiz?
Himmet Öcal slaytlardaki resimleri bizim için 1,5-2 m. büyüttü. Biz onun büyüttükleri üzerinden çalıştık. Atölyemde 4-5 kişi çalışıyoruz. 7 ay gibi kısa zamanda yapılan bu mozaiklerin çiniye aktarılması tamamen el işi. Bunların boyamasını çalışan kızlarımızdan birinin gözleri rahatsızlandı.
Sanatta heyecan duymak zevk almak gerekiyor. Bazıları varaklama işinin çok kolay olduğunu söylüyor. Halbuki çok zor. Altın varaklama işini biliyorum ama Serpil Gogen kadar iyi değilim. Ben yapsaydım bu kadar güzel olmazdı. Serpil hanım gerekli yere gerektiği kadar çalıştı. Bunun için ekibiyle Kütahya`ya geldi. Sonra karo parçalarını Ankara`daki atölyesine götürdük. Yani İstanbul, Ankara, Kütahya arasında mekik dokuduk. Münevver Üçer karoları yapıştırma işlerini halleti ve elemanlarını verdi. Biraz zor ve koşuşturmacalı oldu ama sonu güzel oldu. Bu sergiyi tüm İstanbul halkının ve sanatseverlerin görmesini isterim.
Aynı coğrafyada gelişmiş iki ayrı kültür Bizans ve Türk-İslam sanatları arasında biçim ve anlam yönünden çok farklar var. Siz her iki kültüre ait ögeleri kullanıyorsunuz. Medeniyetler beşiği olan Türkiye`de bu büyük arşivi kullanabilen bir sanatçısınız. Türk-İslam ve Bizans`tan sonra ele almayı düşündüğünüz bir konu var mı?
Girit adasında (Minos Uygarlığına ait) ayçiçeği şeklinde seramik formlar var. Henüz gidip görmedim ama araştırmalarımdan biliyorum ki, Girit Adası`nda büyük bir sanat var. Girit Adası`ndaki seramik ve formlardan yola çıkmak istiyorum. Daha önce Rodos`ta araştırma yaptım. Rodos tarihinde çok saldırılara işgallere uğramış ama kendisini savunmuş. Tabi Türk-İslam sanatıyla da karışıklıklar olmuş. Dünya ticaretinin de etkisiyle bunlar çıkmış ortaya. Bu nedenlerle Girit Adası`ndaki seramikleri çalışmak istiyorum. Her sergim için ayrı ayrı konu hazırlıyorum.
Ben ilk olarak mozaikleri çiniye uygulamaya başladığımda çok büyük tepkiler aldım. Bana göre sanatta gelişme yeni objeler hazırlayarak olur. Yeni formlar, yeni objeler, tasarımlar olmalı ki sanat gelişsin. Yoksa hep kendini tekrar edersin. Şimdi İznik çinilerinin desenleri bire bir yapılıyor. Bunlar çiniciliğin canlı tutulması adına güzel ama kanaatimce yeni formlar yapmak lazım.
1 Ekim`de İbrahim Paşa Sarayı`nda (İslam Eserleri Müzesi) Kültür Bakanımız Atilla Koç`un bu sergilere devam edin dediği Münevver Üçer Hanım`la bir sergimiz olacak. Unutulmuş bir teknik olan strafito tekniği ile lale motifli panolar çalışacağız.
Kullandığınız boyaları, malzemeleri, teknikleri biraz anlatabilir misiniz?
Boyalarımın tamamını doğada bulunan maden oksitle ben yapıyorum, sadece kobalt mavisini (lacivert) Avrupa`dan alıyorum. Kırmızı, turkuaz, mangal moru gibi renkleri atölyede geleneksel yöntemlerle oluşturuyorum. Kütahya çinisinin özelliği olarak sıraltı çalışıyorum.
Mercan Kırmızısı ile ilgili araştırmalarınız var mı?
Mercan kırmızısını sekiz sene çalıştım. Araştırmak isteyenler Bursa`da Wolfram madenlerinde araştırabilirler. Bir Alman bilim adamı radyasyondan etkilenebileceğim için bunu araştırmamamı söyledi. Ondan sonra mercan kırmızısı çalışmalarını bıraktım. Pek çok kimse mercan kırmızısını bulduklarını basında beyan ettiler. Alman Degussa boya firmasının boyasını kullanıp mercan kırmızısını bulduklarını söylediler. Mercan kırmızısını bulmak için teknolojik bir laboratuvar ve gerçek bir kimyager olmak lazım. Benim usta olarak bu imkanlarım yok, bunun devlet tarafından araştırılması lazım.
Ameli Faik Kırımlı`nın mercan kırmızısına yakın renkte çok güzel uygulamaları var. Ameli Faik Kırımlı 1973`de İznik Çinilerini tekrar yapmaya başlamıştır. Çok güzel tabaklar ve karolar yapıyordu. O zamanlar İstanbul`a gelip Faik Bey`i buluyordum. Faik Bey`i herkes İznik çinilerinin imitasyoncusu zannediyordu. Halbuki Faik Kırımlı İznik çini hamurlarının araştırmalarını yapan insandır. Bütün servetini bu yolda harcamıştır. Eski dönem kültür bakanlarının hiç biri Faik Kırımlı`yla ilgilenmedi. Ancak Sermet Molu ilgilenmiş. Ahmet Çanakçılar ise bütün eserlerini almıştır. Fakat Ahmet Çanakçılar vefat edince varisleri bu çinileri satıp dağıttılar.
Bana göre Faik Kırımlı aynı zamanda şanssız bir sanatçı. Ben yaşarken kıymeti bilinen bir sanatçıyım. İşleri bozulduğunda Faik Kırımlı`yı 1986-1987`de Kütahya`ya götürdüm. Kütahya`da ahşap bir ev tuttuk ve iki sene karo çinileri ve İznik çamurlarını bana gösterdi. Ben onun “bozuk bunlar, at” dediklerini önce çöpe attım sonra gidip gizli gizli çöpten çıkardım. Onlarla 1987`de Paris`te sergi açtım ve hepsi iki saat içinde satıldı. O paralarla da Kütahya`da “Ceramic House” u kurdum. Faik Kırımlı bana öğretti ve bulduğu formülleri de çinicilere gönderdi ama herkes ben buldum diye ortaya çıktı. İznik çinilerinin gelişmesini ortaya koyan tek adam Ameli Faik Kırımlı`dır.
Kütahya'nın muhtarı Ayasofya Müzesi'nde
Ofis elemanıyken, her şeyi bırakıp çini ustası olan ve dünya çapında şöhret edinen Sıtkı Usta'nın, Ayasofya mozaiklerindeki desenleri çalıştığı çiniler Ayasofya Müzesi'nde sergilenecek. Açılışa bin 500 kişi bekleniyor
Ayasofya Müzesi, pazartesi akşamı çok özel bir sergiyi ağırlayacak. Dünyaca ünlü Kütahyalı çini ustası Sıtkı Usta (Olçar) teklif üzerine Ayasofya Müzesi kubbesindeki çini desenlerini, orijinallerine sadık kalarak pano ve kayık tabaklara geçirdi. Ve yedi aylık bir çalışma sonucunda hazırladığı mozaik tarzı 16 çini eserini, Ayasofya Müzesi'nde sergileyecek. Bu özel serginin sadece açılışına bile, bin 500 kişinin katılması bekleniyor. Büyük ilginin nedenlerini anlamak için, önce bu ilginç ve özel adamı, Kütahyalı çini ustası Sıtkı Olçar'ı tanımak gerek. Olçar, 26 yaşına kadar sadece bir büro işçisiydi. Askerden döndüğünde ise bütün hayatı değişti. Büro işinden sıkılan Olçar, önce Kütahya'nın meşhur çinilerini satacağı bir dükkan açtı, sonra formlardan memnun kalmayıp kendi atölyesini kurdu.
ÇİNİ AŞKI
"Önceleri, ustalardan aldığım çinileri satıyordum. Ama istediğim form ve şekilleri yaptıramadım bir türlü. Yadırgıyor, 'Neden böyle yamuk yumuk formlar yaptırıyorsun' diyorlardı," bu sözlerle anlatıyor Olçar 'ustalık' serüvenini. Hal böyle olunca, Olçar kendisi için bir atölye açıyor, ustalardan işin inceliklerini, fırında toprak pişirmeyi öğreniyor. Ve başlıyor o 'yamuk yumuk' formları uygulamaya. Böylece de Sıtkı Olçar oluyor Sıtkı Usta! "Çok ilginç bir şey oldu. Turistler yaptığım küçük bibloları aldılar ve dünyanın çeşitli yerlerine götürdüler. Ben o objelerle gizli mesajlar gönderdim aslında. O küçük biblolar mesajımı kulaktan kulağa yaydılar ve ben dünyada bir şöhret edindim," diye devam ediyor Olçar
anlatmaya. O büro işçisi, yıllar içinde öyle bir ustaya dönüşüyor ki, Danimarka, Norveç, Japonya gibi ülkelerin müzelerinde eserleri yer alıyor ve yine dünyanın pek çok ülkesinde koleksiyonerleri ortaya çıkıyor. İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth'in 2002 yılında hayatını kaybeden kızkardeşi Prenses Margaret de koleksiyonerlerinden biri.
RAHMİ KOÇ'UN HEDİYESİ
Elbette bu şöhrette ve Olçar'ın sanatını bu denli ilerletmesinde Koç ailesinin büyük payı var. Koç ailesiyle tanışmasını şöyle anlatıyor Olçar: "Sevgi Gönül bir gün Antalya'daki bir otelde benim eserlerimi görüyor. O zamanlar çalışmalarım oradaki otellerde satılıyor. 'Bu çocuk kim, gelsin bir tanışalım' diyor. Sevgi Hanım'ın Beşiktaş'ta bir evi vardı. Oraya gittim. Eserlerimi almaya başladı. Sanatı çok seviyor, bana destek olmak istiyordu. Bir de bana otomobil hediye etti. O zamanlar öyle otomobil alabilmek kolay değil. Suna Hanım (Kıraç), Semahat Hanım (Arsel) atölyemize geldiler. Derken, bu aile Allah var bizi sevdi. O zamandan beri bana özel otomobil yaptırıp hediye ederler. Şu an kullandığım otomobili de Rahmi Koç yaptırıp bu yıl hediye etti." (Bu arada hemen söylemeli, Olçar da atölyesinin hemen yanıbaşına Rahmi Koç için bir helikopter pisti yaptırarak bu otomobil jestlerine bir karşılık vermiş. Koç hem atölyesine, hem de Kütahya'daki konferanslara gelebilsin, diye...) Olçar'ın şöhreti, eserleri İstanbul'da satılmaya başlayınca daha da yayılıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde, İngiltere, Fransa, İtalya, Amerika, Japonya, Belçika'da
defalarca sergiler açıyor.
'HAYAL EDEMEZDİM'
"Başladığımda bu kadarını, yurtdışında bir şöhreti hayal etmemiştim, ama 1980'den sonra olaylar gelişti. Akbank'ta ilk sergimi açıp Yunanistan'a davet edilince benim gözüm açıldı. Mesela Zürih'te bir koleksiyonerim var, onda 230 parçam bulunuyor. Bir Alman koleksiyonerim var, onda da 160 eserim mevcut. Aslında İngilizce de bilmiyorum ama vücut diliyle anlaşıyoruz," diye özetliyor kendi şaşkınlığını Olçar. Sanatçı," kendisiyle tanışmak için Kütahya'ya gelen sanat aşığı Japonlar'a, Almanlar'a, Fransızlar'a alışmış alışmasına, ama gülümseyerek hatırladığı şu olayı unutamamış: "Kütahya'da bir işkembeci var. Bir gece 23.30'da oradan aradılar. 'Sıtkı Usta burada yabancı bir kadın var. Seni soruyor' diye. Kadın geldi telefona 'Sitki Usta' deyip duruyor. Ben de Almanca anlamıyorum. Ne yapayım, kalktım gittim. Kadını hayatımda ilk kez görüyorum. Güneye iniyormuş, arabası Kütahya'da bozulmuş. O da korkmuş. Aklına ben gelmişim. Meğer Almanya'da bir mimarlık ofisinde çalışıyormuş. Orada hep benden söz edildiğini söyledi. Ben de şaşırdım bu kadar tanındığıma." İlginç ve hayranlık uyandırıcı bir öykü onunki. Tüm bunları dinleyince, insan Ayasofya sergisinde yer alacak eserlerin neden Rahmi Koç'un Sıtkı Usta'ya yaptırdığı özel otomobille taşındığını; Çiğdem Simavi'nin sergi davetiyelerini neden bizzat dağıttığını; Pelit Pastaneleri'nin neden "Biz bu sergiye ücretsiz davet organizasyonu yaparız," dediğini anlıyor. Olçar bütün bunları tek bir cümleyle özetliyor: "Param değil, ama sevenim çok."
Elif KORAP